En tehlikeli öfke, insanın kendine duyduğu öfkedir.
Çünkü bu öfke, kimseye değil, kendi vicdanına tutulmuş bir aynadır.
İnsan en çok, kendi sessizliğinde kendine ihanet ettiğini fark ettiğinde yanar.
Bazen yanlış birine inanarak, bazen olması gerekenden fazla susarak…
Ve en çok da, başkalarının kendisini değersizleştirmesine izin verdiğini anladığında.
Çünkü mesele “bana bunu neden yaptılar” değil,
“ben, kendime bunu nasıl yaptırdım” sorusudur aslında.
Bu yüzden bu öfke başkalarıyla değil, insanın kendi içindeki kırıkla ilgilidir.
Hem suçlu hem mağdur aynı bedende yaşar o anda.
Ve sonra insan anlıyor...
Kendine kızmanın da bir yere kadar gücü var.
Bir noktadan sonra o öfke, seni değil, seni taşıyan kalbi yakıyor.
O yüzden bırakmak gerekiyor — neyi, kimi, hatta “neden ben”i bile.
Çünkü bazı sorular cevap bulmak için değil, insanı büyütmek için var.
Kendine dönüp, “evet, ben de hata yaptım ama hâlâ buradayım” diyebildiğinde,
işte o zaman öfke yerini sükûnete bırakıyor.
Ve insan nihayet şunu anlıyor:
kendini affetmek, geçmişi aklamak değil;
geleceğe daha yumuşak bir kalple bakabilmektir.

0 Yorumlar